GİRİŞ
Uluslararası arenada diplomasi müzakereleri, genellikle büyük devletler ile jeopolitik ve stratejik açıdan çok önem arzeden devletler arasında geçmiştir. Batılı devletler ya genelde kendi içlerinde birbirleri ile yarışmış ya da bir Batı-Doğu bloku şeklinde çok kutuplu dünya düzeni sisteminde ilerlemiştir. Bu durumlar esasen bir bölge üzerindeki siyasal ve ekonomik üstünlüklerini korumalarını veya kazanmalarını gerçekleştirmek adına yapılmıştır. Dünden bugüne ülkeler içerisinde savaşlar ile alınan topraklar her daim olmuş, bu durum 20. ve 21. yüzyıla gelindiğinde diplomasinin öneminin artmasıyla da artık soğuk savaş sistemini benimsenmiştir.
Uluslararası sistemde büyük güç politikası da bu durumda çok önemli yer kapsamaktadır. Bunu birazdan bahsedeceğimiz Ukrayna Krizi’ndeki Rusya’nın yasa dışı müdahelesini meşrulaştırdığı ve uluslararası hukuka aykırılık teşkil etmesine rağmen Rusya Federasyonu’nun bölgede söz geçerliliğinin olmasından dolayı dünya kamuoyunun buna net bir şekilde karşı çıkamamasına da sebebiyet vermektedir. Bu durumun esasen hangi sebeplerden dolayı, hangi çıkarlara ilişkin olduğu, tarafların yani Batılı devletlerin, Rusya Federasyonu’nun ve Türk dünyasının ne gibi tepkisi olduğunu ele alarak inceleyeceğiz. Bunun yanı sıra “sözde halkoylaması”nın getirdiği ilhak diye nitelendirilen durumun uluslararası hukuktaki yeri ve karşılığı nasıl olduğuna da değineceğiz.
Bildiğimiz gibi Türk dünyasının kanayan ve hâlâ da devam etmekte olan yaralarından birisi Kırım Yarımadası sorunu olmuştur. Bu bölge esasen Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasında 1853-1856 yıllarında gerçekleşen savaşlar ile başlamış ve günümüzde yakın tarihimizde de Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu arasında diplomasi açısından ciddi bir önem teşkil etmiştir.
1944 yılının 18 Mayıs tarihinde bölgenin asıl sahibi olan Kırım Türklerine yönelik dönemin SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) tarafından gerçekleştirilen bir sürgün vahşeti yaşanmıştır. Bu durum bölgeyi Türklerden arındırmak ve Ruslaştırmaya ilişkin gerçekleştirilen politikada aslında görmekteyiz ki ileriye yönelik bölgede bulunacak herhangi bir Türk topluluğunun Rus devletine sorun teşkil etmemesi adına alınmış bir ön tedbirdir. Fakat daha sonralardan 1989 yılıda Türkler Kırım Yarımadası’na yani kendi öz anayurtlarına geri dönmüşlerdir.[1]
1989 yılında bu durumun gerçekleşmesi ile artık SSCB’nin uluslararası düzendeki ve devamlılığının sonuna yaklaştığı süreçte 1990’li yıllarda artık dağılmasıyla içinde beş Türk Cumhuriyetinin bulunduğu birçok devletler bağımsızlığını ilan etmiştir. Bunlardan birisi de Kırım Yarımadası’nı topraklarında kapsayacak olan Ukrayna Cumhuriyeti idi. Türk-Ukrayna ilişkilerinin gelişimine baktığımızda bu durum bağımsızlıklarının bir yıl sonrası Türkiye Cumhuriyeti önderliğinde kurulacak olan KEİT (Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı)[2] ile başlamıştır. Esasında baktığımızda bölgedeki iki devlet de Karadeniz üzerindeki doğal ve ortak oluşacak çıkarlar doğrultusunda bir politika izleme kararı almıştırlar. Politik çıkarların ötesinde bir başka durum ise başta da bahsettiğimiz gibi bölgenin ev sahipleri konumunda olan ve sürgün gibi insanlık dışı politik girişimlerle karşı karşıya kalan Kırım Türkleridir. 1994 ve 1995 yılları arasında Kırım Yarımadası’nda Rus temelli olan ayrılıkçı gösterilerin artık iyice artması ile birlikte Ukrayna ve Türkiye’nin bölgedeki Türklere verdiği destekle bu durumu Rusya’ya karşı bir denge unsuru gibi olmuştur. Tabii bu durumu Türkiye, Ukrayna adına bir “iç mesele” olarak nitelendirmektedir aynı şekilde.[3]
1944 KIRIM TÜRK SÜRGÜNÜ’NE İLİŞKİN İDDİALAR
1944 Kırım Türk Sürgünü’nün neden ortaya çıktığına veya neden ihtiyaç duyulduğuna kısaca değinecek olursak, ilk baştaki sebeplerden birisi SSCB’nin adından da anlayacağımız gibi sosyalist sıkı bir rejim ile yönetilmesinden ve bu rejimin başlıca karşıt olduğu sorunlardan birisinin milliyetçilik unsurunun söz konusu olmasıdır. Bu durum itibari ile Sovyetler dahilinde yaygın bir şekilde milliyetçiliği süreklilik halinde tutabilen Türkistan, Kafkasya ve Kırım coğrafyalarındaki Türkler tarafından gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda bu bölgelerde bir nevi bastırma girişimlerini görmekteyiz. Bunun dışında bir başka durumun söz konusu da mevcuttur bazı kaynaklara göre. Bu ise İkinci Dünya Savaşı sırasında Kırım Türklerinin, Almanlar ile işbirliğine gitmesidir.[4]
Bu durum aslında iki tür mevcut olmuştur: Sovyetlerin ve ondan önce de Rus mezaliminin, Türk yurtları üzerindeki baskısı bitmez bilmeyen bir işkence haline geldiğinden bazı askerler, o dönemler Almanların galip gelmesi halinde yurtlarının kurtulacağı inancında olduğundan saf değiştirmiş bazıları da savaşın ilk yıllarında Nazi Almanyası’nın ağır mücadelesi karşısında esir düşmüş olan ve mecburiyet sonucunda Almanlar tarafınca gönüllü birlikler diye bileceğimiz ve içinde Türk topluluklarından oluşan lejyonların da oluştuğu tarihi kaynaklardan da aşikar olmaktadır. Zira General Hüseyin E. Erkilet’in Şark Cephesinde Gördüklerim adlı hatırat kitabında da bu duruma Şark (Alman) cephesine giderken esir kamplarına uğradıklarında çok sayıda Türk kökenli esir Sovyet askerlerini bize aktarırken malum olmaktadır. Hatıratın bir kısmında bu Türklerin nereden olduklarını belirtirken başta Türkmenler, Azerbaycanlı, Dağıstanlı, Kafkasyalı diye belirtirken Kırımlı Türklerin de olduğunu belirtmiştir.[5]
KIRIM YARIMADASI’NIN ÖNEMİ
Peki neden bu kadar önemli bu coğrafya? Kırım Yarımadası, ne için büyük devletlerin merkezinde yer almaktadır? Diye sorduğumuzda aslında bunun birçok yanıtı mevcuttur. Bunları üç ana başlığa bölmemiz gerektiğinde bunları görmekteyiz: Ekonomik (doğal zenginlikler), siyasal (Batı karşıtlılığı bunların başında gelmektedir) ve Neo-Sovyet girişimleridir.
1991 yılındaki referandum sonucu ile Özerk Kırım Cumhuriyeti’nin temelleri atıldıktan sonra elimizdeki bilgilere de bakıldığında aslında bu bölgenin coğrafi açısından çok önemli bir konumda yer aldığı ve esasen de zengin doğal kaynakların etkisinden de etkilendiği ortadadır. Bunlara örnek olarak verebileceğimiz inşaat malzemeleri, doğal gaz, demir cevheri ile soda ve brom birleşikleri gibi sanayilerin gelişiminde önemli olacak olan doğal kaynaklara ev sahipliğini yapmasıdır. Bunun dışında bölgenin başta turizm olmak üzere madencilik sanayiiliği gibi durumlara dayalı uyumlu şartlarının bulunduğu da gözler önündedir.
Ukrayna Cumhuriyeti’nin ekonomisinin gelişiminde toplamda 25’e yakın bölge mevcut ise Kırım Yarımadası, bu bölgeler arasında ilk beş sırasında dördünce sıradadır. Bu netice itibari ile de Ukrayna’nın tüketici piyasası ve yatırım ile dış ticaret ile uğraşan şirketlerin girişimlerinde elde ettikleri sonuçlar doğrultusunda önemli bir konumdadır.[6]
İŞGALE GİDEN YOL: UKRAYNA’DAKİ İÇ KARIŞIKLIKLAR
SSCB’nin dağılmasının ardından Ukrayna’nın oluşturduğu siyasal sistem temelde son derece hassas bir durumu teşkil etmekteydi. Bu durum tabii beraberinde ülke içi sorunları ve birçok kırılmaları da getirmiştir. Bunlara örnek olarak bağımsızlığından günümüze kadar neredeyse hiçbir siyasi partinin, ülkedeki siyasal hayata net bir şekilde devamlılık oluşturamamış olmasıdır. Son 18 hükümetin gelişinin toplam 23 yılda gerçekleşmiş olması da ülke içerisindeki bu kırılgan ve istikrarsız siyasal sistemin en açık örneklerindendir.[7]
Kırım Yarımadası’nın Rusya tarafından işgali aslında yeni bir durum olarak değerlendirilmemelidir. Rusların Kırım üzerindeki etkisi Osmanlı-Rus Çarlığı dönemine kadar uzanmaktadır. Zira Ruslar, Karadeniz üzerindeki hâkimiyetini tam olarak kurmasıyla aslında Osmanlı engelini ortadan kaldırıp dönemin ve günümüzün dünya ticaretinde ve siyasetinde önemli rol oynayan Boğazları kontrol edebilecekti ve böylelikle o dönemden bu vakite kadar hayal ettikleri sıcak denizlere yani Akdeniz’e erişebileceklerdi. Tabii o zamanlarda sömürgecilik ile güç kavramını kendilerinde bulunduran ve kendi deyimleri ile “büyük güç” olan Fransa ve İngiltere, bu durumdan rahatsız olacak ve bu durumun karşısında yer alacaklardı.[8]
Gelgelelim Kırım Yarımadası’nın işgaline giden yolun temelini oluşturan olaya: Ukrayna’daki krizin patlak vermesi 2013 yılının Kasım ayında gerçekleşmiştir. Dönemin Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç, Vilnius Zirvesi’nde beklenilen AB (Avrupa Birliği) ile Ortaklık Anlaşması’nı imzalamaktan vazgeçtiğini açıklamasının ardından başkentte (Kiev’de) bazı gruplar tarafından protestoların başlaması ve bu olayların giderek büyümesi olmuştur. Bunun nedenlerinde ise Rusya ile AB, birbirlerini bir diğerinin Ukrayna hükumetinin buna sebebiyet olmasında rol oynadığını ileri sürmüşlerdir.[9] Bunun daha sonradan ise Putin Rusyası’nın aslında AB ile Ukrayna arasındaki mesafeyi açarak aslında daha sonralardan 2015 yılında kurulacak olan AEB (Avrasya Ekonomik Birliği)’e Ukrayna’nın girmesi olacaktı.
2004’te gerçekleşen Turuncu Devrim’in devamı niteliğinde görülen ve ağırlıklı olarak Batı yanlısı diye bilinen büyük çapta protestolar gerçekleşmiş ve ardından Rusya yanlısı olarak bilinen Yanukoviç, 2014 yılında görevine son verilmesinin ardından Ukrayna’yı terketmiştir.
Son on yılda iyice artmış olan Kırım Yarımadası ve Donbas bölgesi üzerindeki Rus etkisi artık giderek iyice bir askeri müdaheleye geçmiştir. Keza Kırım’da Rus tarafının iddialarına göre nüfus oranında %60’nın Rus nüfusundan ibaret olmasıyla aslında kendileri açısından hak iddia etme ve jeopolitik ile demografik önemini de beraberinde getirmekteydi. Bununla birlikte Kırım üzerindeki Putin Yönetiminin ısrarının bir diğer nedeni de Avrasyacı politika tutumundan ötürü olmuştur. Bu nedenle de Kırım’ı kırmızı çizgimiz diye nitelendirecekleri kadar benimsenmiş bir konuma koymuşlardır.[10]
RUS YÖNETİMİNDE NEO-SOVYET FİKRİNİN TEMELİ: AVRASYACILIK
Avrasya kavramına kısaca bir bakacak olursak ilk defa Halford Mackinder’in teorisi olan Kalpgah teorisinde karşımıza çıkmaktadır. Bu teoriye göre Avrasya’daki kara üstünlüğünü sağlayan Kalpgah bölgesini kontrolü altına alan taraf çağdaş bir donanma ile dünya üzerinde yüksek derecede bir üstünlük sağlayacağını belirtilir. Kırım Yarımadası ise Kalpgah bölgesine açılan kritik notalardan birisi olmakla birlikte vazgeçilmez bir konumda yer almaktadır. [11] Amerikalı strateji uzmanı olan Zbigniew Brzezinski de Büyük Satranç Tahtası adlı kitabında Avrasya kavramına ilişkin bu bölgeye hâkim olacak devletin dünyaya da üstünlük kuracağını savunmuştur.[12]
KIRIM’DAKİ “SÖZDE REFERANDUM”UN GERÇEK AMACI
Rus tarafından ilhak durumunun mümkün olduğunun savunurluğunu uluslararası hukuk açısından nasıl olduğuna bakmamız elbet gerekmektedir. Örneğin, Rusya askerlerinin Kırım’a müdahelesinin ardından 2014 yılında Kırım Parlementosu, (Verkhovna Rada of Crimea) kendince sözde halkoylaması gerçekleştirmiştir. Fakat bu halkoylamasından önce kamuoyuna sunulan Bağımsızlık Bildirisi’nde esasen Otonom Kırım Cumhuriyeti, 2010 yılındaki Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı kararında olduğu gibi BM Şartları’na uygun bir biçimde Parlamento tarafınca alınan bir ülkenin tek taraflı bağımsızlık gibi ilanı söz konusu olduğunda uluslararası norm ve kuralları açısından bir sorun teşkil etmemesidir.[13]
2008 yılında Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş olmasının ardından bu duruma karşı çıkanların başında Rusya Federasyonu gelmişti. Fakat daha sonralarda Kırım özelinde de benzeri durum gerçekleşince Rus dış politikasına uygun bir biçimde benimsenerek istifade edilmiştir.
Az öncede bahsettiğimiz “sözde halkoylaması”nın yani referandumun dıştan bakıldığında aslında Kırım’ın özerklik statüsünün güçlendirilmesine ve haklarının arttırılmasına gidileceği söylense de bu durumun daha sonralardan Rusya’ya bağlanma durumu eklenince Parlamento içerisinde tartışmalar meydana gelmiştir. Dünya geneli bu duruma çok sert bir şekilde çıkışırken Ukrayna, bu durumu ilhak yerine işgal niteliğini taşıdığını savunarak bunu tanımıyordu.[14] Zira Ukrayna Cumhuriyeti Anayasası’nın 73. Maddesi’ne baktığımızda: “Ukrayna’nın sınırlarının değiştirilmesi ile ilgili konularda, tüm Ukrayna referandumu ile münhasıran karar verilir.”[15] ibaresi yer almaktadır.
ULUSLARARASI DÜZENDE KIRIM YARIMADASI’NIN VAZGEÇİLMEZLİĞİ: TÜRK DÜNYASI, RUSYA VE BATILI DEVLETLER
Günümüzde Abhazya, Güney Osetya ve Kırım Yarımadası gibi bölgeleri sadece Rusya’nın tanıması gibi durumlar hâlâ da devam etmektedir. Esas konumuz olan Kırım’ın bizim açımızdan yani Türk dünyasının dış politikası açısından, Rusya açısından ve Batılı devletler açısından ne gibi önem arzettiğini ve etkilerini sırasıyla değerlendirmemiz gerekmektedir.
RUSYA FEDERASYONU İLE BATININ GÖZÜNDEN
Rusya açısından önemini ve getirdiği olumlu olumsuz etkilerini ele aldığımızda ilk olarak göze çarpan önemli hususlardan bir tanesi hammadde ihracatına bağlı bir ülke olan Rusya’ya ülke ekonomisi açısından darbe etkisi gibi yansımaktadır. Çünkü, işgal gününden günümüze kadar gelindiğinde ülke borsası RTS, neredeyse %12’lik bir değer kaybının olduğunu açıklamıştır. Buna ilaveten Rus kökenli şirketlerin kaybı ise yaklaşık 55-60 milyar dolara ulaşmıştır. Bu netice itibarı ile Rusya içerisinde GSMH’ya olumsuz bir biçimde %3’lük bir oranla etki etmiştir.
Bunun dışında Rusya’nın burada devamlı olarak kalması durumunda zamanında Gürcistan üzerindeki etkinin 2008 yılında Ağustos ayındaki Rusya-Gürcistan Savaşı ile neticelendiğini görmemizle aslında anlıyoruz ki, Kırım’daki uzun süreli kalışının ardından Ukrayna ile diplomatik ilişkilerin tamamı ile kesileceği hatta gerginliğin zirve yapacağı bir olasılığı ve kesintili saldırılardan ziyade ciddi bir savaş ortamına gidileceği düşünülmektedir.[16]
Batının, esasen de NATO’nun bölgedeki ülkeler ile (Gürcistan ve Ukrayna) ile yakından ilgilenmesi ile Rusya’yı bir nevi “yalnızlaştırma” politikasına iterek bir çembere almayı hedeflemektedir. Buna karşılık olarak da Rusya Karadeniz’deki hem doğal kaynaklardan istifade etmeye gitmeyi planlamakta ve hem de Karadeniz üzerindeki hak iddialarının yalnızca kıyıdaş devletler tarafından gerçekleştirileceği tutumuna daha yakın görülmektedir. İşgal durumu, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik ile jeo-enerji kavramlarına dayanmaktadır. Az önce bahsettiğimiz çembere alma yahut çevreleme durumunda Karadeniz Filosu’nun önemini gayet iyi anlamamızla birlikte buna karşı Rus tepkisi, boru hatları diplomasisi durumlar karşısında iyiden iyiye Kırım’ın işgilani devam ettirmesine sebebiyet vermiştir.[17]
Kırım Yarımadası, Batı ile Rusya arasında bir nevi bir tampon bölge iken artık adeta kendi lehine oluşturulan bir sınır haline gelmiştir. Uluslararası ilişkilerde de dikkat etmemiz gereken kavramlardan birisi “yumuşak güç” anlayışıdır. Peki nedir bu “yumuşak güç” kavramı ve hangi devletler bu alana dahildir? Sorusuna cevap vermemiz gerekirse: Rusya’nın politik açının yanı sıra bölgedeki doğal kaynaklara ilişkin müdahelesi aslında uluslararası ekonomideki otoritesini ve söz geçerliliğinin temelini arttırmaktı. Dünya üzerindeki devletler arasında da aslında tam da bu noktada uluslararası ekonomik otorite durumu ve üstün olması bir rekabeti doğurmaktadır. Rusya’nın eğer tamamen bir marka şeklinde büyümüş ekonomisi olması durumunda ve dünya pazarına birçok ekonomik üstünlüğü olduğu takdirde diğer karşı taraftaki ülkeler, Rusya’ya mecburi olarak ekonomik anlamda boyun eğmiş olacaklardır. Bu da uluslararası ilişkilerde askeri gücün ve politik gücün yanı sıra bu tarz dolaylı olaylardan oluşan yumuşak gücün daha da baskın olmasını doğurmaktadır. Bu nedenle de Batılı devletler ile Rusya arasındaki bu Kırım Yarımadası sorunu uzun süregelen ve çözülmeyi bekleyen bir rekabet içermektedir. Kısaca Kırım’a hâkim olan, Karadeniz’e hâkim olur. Karadeniz’e hâkim olan, doğal kaynaklar ve Türkiye ile kuracak ilişkilerdeki ve uluslararası ekonomideki büyük önem arzeden Boğazlar’a etki etme olasılığını da kendisinde getirecektir.[18]
Bölgenin Batılı devletler ile Rusya için neden bu kadar önemli bir hale büründüğünü açıklamamızın ardından şimdi ise bizim için yani Türk dünyası için Kırım’ın neden vazgeçilmez bir konum olduğunu ve neden burada Kırım’ın işgaline karşı sessiz kalmamamız gerektiğini açıklayacağız.
TÜRK DÜNYASININ GÖZÜNDEN
İlk başta Türk-Rus ikili ilişkilerinin 1991’den günümüze baktığımızda görmekteyiz ki aslında Rusya’nın ettiği hamleler, her iki devlet açısından da dış politikadaki değişimine gitmesine sebebiyet vermiştir. Türkiye’nin Rusya’ya yönelik yeni Rusya algısı giderek şekillenmiş ve bunun sonucunda bu sürecin merkezinde bir ticaret devleti algısı oluşmuştur. Türkiye ile Rusya arasında siyasi görüşlerin yanı sıra bir ticaret ortağı durumu mevcuttur. Rusya ile yakınlık kurar iken ve bir diğer yandan Kırım sorununda Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü desteklemiş aslında dolaylı yoldan Batılı devletler ile aynı safta yer almıştır. Bu tutuma ise genel anlamda yumuşak Avrupa-Asyacılık olarak denilmektedir.[19] Türk dış politikasında esasen çok taraflı bir yol izlenilmektedir. Nedeni ise Rusya’nın Çin ile yakınlık kurması Rusya ile aksi bir durum söz konusu olduğunda Türk-Çin uluslararası ekonomik ilişkilerini etkilemeye ihtimal yer verilmiştir. Fakat Batı’nın politik gücü ve söz geçerliliğinin olması da Türk dış politikasının maalesef zayıf diplomasisinden dolayı arafta yani mecburi çok taraflı dış politika izlemeye itmektedir.
İlaveten Türk-Rus ilişkilerindeki geçmiş dönemlere baktığımızda Kırım üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ne nasıl olumsuz etkilediğini de görmekteyiz. İkinci Dünya Savaşı’nın bitişinin ardından galip olarak belirlenen Sovyetler 1945 yılının 7 Haziranı’nda Moskova Büyükelçimiz olan Selim Serper’e dönemin SSCB Dışişler Bakanı olan Vyaçeslav Molotov ile görüşmesinin ardından ikinci sözlü nota verilmişti. Peki bu notada neden verilmişti ve notadaki isteklerde neler vardı diye baktığımızda: O dönemde de sınırlarımızın içerisinde olan Kars ve Ardahan’ı, SSCB’ye bırakılması gerektiğini ve Türk devletinin Boğazları tek başına kontrol edemeyeceğini ileri sürerek bölgede Sovyetlerin ortak üsler kurmak istediğini, Montrö Antlaşması’nın yeniden gözden geçirilerek düzenlenmesi ile bu düzenlenme sonucu Sovyetler’e Türk devletinden daha fazla üstünlük sağlanmasını talep etmekteydi.[20] Türkiye Cumhuriyeti de 2005 yılından itibaren Rusya ile ekonomik işbirliğini sürdürse de bir tehdit olarak görmekten vazgeçmemiş bölgedeki kıyıdaş ülkeler ile yakın ilişkiler içerisinde girerek desteğini yanına almıştır.
İşte tam da burada Kırım’a hâkim olan Sovyetler, Karadeniz’de de hâkim konuma gelerek daha da önce belirttiğimiz gibi Boğazlar’a ortak olma girişiminde bulunmuştur. Tarihin tekrardan bu yönde gerçekleşmesi ihtimali her daim olmuştur. Rejim ve ülke ismi değişse dahi izlenilen politika Sovyetler’de olduğu gibi Rusya Federasyonu’nda da aynı kalmıştır.
Bunun yanı sıra Kırım’da Türk varlığının ve Türkiye’nin güvenliği söz konusudur. Çünkü, dediğimiz gibi izlenilen yol aynı politikadır. Sovyetler’e özlem duyan Rusya Federasyonu, kadim ve Hür Türk toprakları üzerinde hak iddia etmeye yoğunlaşmış durumdadır. 1990’larda Gürcistan, Moldova ve Azerbaycan üzerinde etnik çatışmaları artması için kışkırtan da yine Rusya Federasyonu olmuştur.[21]
Rusya, tek kadim yurdumuz olan Kırım üzerinde değil aynı zamanda Hür Türk devleti olan Kazakistan’dan da toprak talebinde bulunmuştu geçtiğimiz aylarda. Bunun en büyük nedenlerinden birisi Rusya’nın büyük Avrasya Birliği kurarak aslında buradaki söz geçerliliğini daha da arttırmaktır.[22] 2020 yılının 10 Aralık tarihinde Rus televizyonunda konuşan Rusya Devlet Duması Eğitim ve Bilim Komitesi Başkanı Vyaçeslav Nikolov, Kazakistan topraklarının kuzeyinde zamanında bir yerleşim yeri olmadığını ve bugünkü toprakların ise Rus ve Sovyetler’in bir armağanı olduğunu belirtmesiyle aslında Türklerin atayurdu olan Orta Asya coğrafyasında Kazakista’nın sınırları içerisinden sözle dolaylı olarak toprak hak iddiasında bulunmuştur.[23]
KIRIM TÜRKLÜĞÜNE YENİ BİR DARBE:
KIRIM TATAR MİLLİ MECLİSİ’NİN YASAKLANMASI
2014 yılında Kırım’ın işgal edilmesi ile Kırım Türklüğüne, Rus tarafından darbe yine vurulmuştur. Çünkü, Sovyetler’deki rejimde Kırım Türklerinin yaşayamadıkları ve bunun sonunda uluslararası hukuka aykırı olacak bir biçimde sürgün ve etnik temizlik gibi durumlarla karşı karşıya kalmış olmalarına yeni birisi yine eklenmiştir. Putin Rusyası çatısı altında yaşamaya mecbur bırakılan Kırım Türkleri, Rus yönetimi tarafından arttırılan Rus milliyetçiliği kitleleri ile karşı karşıya kalmıştırlar. Bununla birlikte Kırım’da Türklere karşı yoğunlaşan cinayetler giderek artışa geçmiştir. Bu duruma ek olarak belirtmek gerekir ki bölgedeki Türklerin milli temsili organ olarak bildiğimiz Kurultay ve KTMM (Kırım Tatar Milli Meclisi) Rusya’ya karşı tehdit oluşturma ihtimallerini bulundurması gerekçesiyle radikal bir örgüt olarak nitelendirilmiş ve 26 Nisan 2016 tarihinde herhangi bir faaliyet gerçekleştiremeyecek duruma gelmiş ve yasaklanmıştır.
Montrö Anlaşması’na ve Uluslararası Deniz Hukuku’na zıt bir tutum olacağı düşünüldüğü için Kırım Tatar Milli Meclisi’nin Türk donanmalarının Kırım’a yardım gönderme talebi Türk devleti tarafından reddedilmiştir. Bu talep ayrıyeten NATO tarafından da olumsuz karşılanmış, fakat bu olumsuz karşılamasına rağmen işgalin ardından Karadeniz’de NATO ve ABD ait olan deniz kuvvetlerine ilişkin gemiler sözde keşif faaliyetleri gerekçesiyle iyice yoğunluklu olarak bulunmaya başlamıştır.[24]
Yeni dünya düzeninde ABD hegemonyasına karşı olan taraf Ukrayna’daki krizde Rusya’yı bu düzene karşı bir direnen taraf olarak görmektedirler. Her ne kadar da uluslararası liberal ekonomik düzene karşı gözükse de bu düzendeki oyun kurucu konumunu ABD’den kendi tarafına çekme fırsatını aramaktadır Rus devleti. Kazakistan üzerindeki toprak talepleri, Gürcistan’daki Güney Osetya ve Abkhaziya ve Ukrayna Krizi gibi durumları göz önünde bulundurduğumuzda Putin Yönetimi, tek bununla sınırlı kalmamıştır. Eski Sovyet cumhuriyetleri diye nitelendirdiğimiz ülkelerin enerji şirketlerini, sanayi kuruluşlarını ve altyapı gibi önemli alanlarını da almaya çalışmaktadır. Ukrayna üzerindeki bu durumlardan birisi ise doğalgaz dağıtım sisteminin aslında bir ortaklığa yani Ukrayna-Rusya ortaklık vasıtasıyla gerçekleşmesini istemesi idi.[25]
RUS-BATI ÇATIŞMASINDA KIRIM KRİZİNE TUTUMLAR
Tüm bu anlattıklarımızı, Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesini ve uluslararası bir krize dönmesini genel olarak üç başlık adı altında toplayacak olursak kısaca bunlar:
- ABD’nin, Gürcistan’ın ardından Ukrayna’yı da etkisi altına alması ve bu bölgeleri Rusya’ya karşı bir tampon bölge niteliğinde kullanması fikrinin ardından işgalin gerçekleşmesine tepkinin gösterilmesi,
- Avrupa Birliği, Ukrayna’yı bir nevi enerji güvenliği açısından transit bir konumda olmasıyla ve bu önemli konumun Ruslar tarafından tehdit edilmesi AB’nin enerji ihtiyacını ciddi derecede risk altına gireceğinden dolayı tedirgin olunmuştur.
- Rusya için ise, stratejik ve donanma üssü açısından çok kritik ve önem teşkil eden bir bölgedir Kırım. 1783’te Prens Potemkin tarafından kurulan Karadeniz Filosu, kuruluşu itibari ile Kırım Yarımadası’na dayanması ile bölgedeki Rusya güvenlik menfaatleri açısından da kilit bir parçası halindedir.[26]
ULUSLARARASI HUKUKA GÖRE KIRIM KRİZİ
En son olarak Rus devletinin ilhak iddialarının uluslararası hukukta nasıl bir geçerliliği söz konusu olduğuna bakmamız gerekir. Zira Kırım Sorunu, bazı ülkeler tarafından işgal bazıları tarafından ise ilhak niteliği taşımaktadır.
Rusya Federasyonu için hem nüfus, hem de stratejik açıdan önem arzeden bölgelerin başında gelen Sivastopol ile Kırım bölgeleri 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasıyla Karadeniz filosunun paylaşımı ile Kırım’daki kurulan Özerk bölgenin hukuki statüsü, Ukrayna sınırları içerisinde olan Rus nüfusuna verilen hakların tam olarak tanınmaması ve Ukrayna’daki olan nükleer silahların nâkli durumu gibi genel üç temel sorunu olmuştur.
İşgale giden yolda ilk başlarda Soğuk Savaşı’n bitmesi ile Rusya AB ile ABD’ye karşı Kozirov Doktirini’ni hayata geçirmiş bu doktrin ile gelişmiş ülkeler safına girmeyi hedeflemiş fakat başarılı olamayınca bahsi geçen politikadan dönerek Primakov Doktrini’ni başlatmıştır. Bu politikada ise Moskova yönetiminin, Batı’nın oluşturmuş olduğu üstünlük algısını kırarak kendini diğer devletlerle daha yakın ilişkiler içerisine girmek istemesi olmuştur.[27]
Kırım’a askeri müdahelenin ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Uluslararası İnsancıl Hukuk’a ve meşru müdafaa kavramlarına ilişkin atıflarda bulunarak Ukrayna’daki Rusların haklarını ve güvenliğini koruma mecburiyetinde kaldıklarını savunmuştur.
Egemen bir devletin sınırları dahilinde askeri bir müdahele söz konusu olunduğu takdirde geçerli sebeplerin olması halinde uluslararası hukuk kurallarına uygunluk teşkil edebileceği söz konusudur. Buna ilişkin ise Putin’in Kiev yönetiminin, Rusya’dan yardım istediği ve bu sonuç itibarı ile müdaheleye karar verdiklerini belirtmiştir.[28]
Rusya’nın Kırım müdahelesindeki öne sürdüğü bir diğer kavram ise “self-determinasyon” ilkesidir. Uluslararası hukukta çokça tartışmalı olan ilkelerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Self-determinasyon ilkesi, bir insan topluluğunun kendi haklarını halkların kendi kaderlerini belirleme de özgür iradelerini kullanma ilkesine dayandırarak istifade edileceğini kabul etmektedir.[29]
KIRIM YARIMADASI’NIN İŞGALİNDE PUTİN YÖNETİMİ’NİN SAVUNMASI: SELF-DETERMİNASYON
Rus tarafının savunduğu bu ilkeyi Ukrayna, referandumun sonucuna itiraz ederek bu durumun iç self-determinasyon ilkesine zıt bir durum olduğunu ve gerçekleştirilen referandumun ise usule göre uygunluk teşkil etmediğini, bu durumun bir tek Kırım’da gerçekleştirilmemesini aksine Ukrayna genelinde olması gerektiğini belirtmiştir. Böylelikle Ukrayna Parlamentosu, Kırım’daki bölgesel meclisi feshetmiş, daha sonralardan Anayasa mahkemesi ile de Kırım’daki gerçekleştirilen sözde referandumun sonucunu anayasaya aykırı olduğunu belirtmiştir.[30] Fakat bu ilkeyi ve referandumu gerçekleştirmesinden önce egemen bir devlet sınırları içerisine askeri bir müdahelenin gerçekleştirilmesi Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne karşı sorumsuzluk ile birlikte Kırım Yarımadası ile ilgili olan hukuksal temelden çokça uzak olduğunun en net kanıtıdır.[31] Bu durum ise iki devlet arasında 1997 yılında imzalanan Dostluk, İşbirliği ve Ortaklık Antlaşması’nın açık açık ihlal edildiğine işarettir.
Böylelikle görmekteyiz ki uluslararası ilişkilerde uluslararası hukuk ancak güçlü tarafın belirlediği kurallara göre işlemektedir. Kırım’ın işgalindeki Rusya’nın büyük güç politikası ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisinin kendi amaçları doğrultusunda kullanma durumları tam da buna en uygun örneklerdendir. Uluslararası hukuk kurallarını açık bir şekilde ihlal edilmesine rağmen büyük güce sahip olan devletler uluslararası hukuku kendi amaçlarına göre şekillendirmektedirler. Sonucunda ise uluslararası hukuk sistemi günümüze bakıldığında giderek iyice tartışmalı bir hale bürünmektedir.
SONUÇ
Hali hazırda Kadim Türk yurdu olan Kırım, Rusya Federasyonu tarafından işgal altında. Araştırmamızın en başından sonuna kadar geldiğimizde görmekteyiz ki bölgedeki jeo-politik ve jeo-enerji durumunun yoğunluklu oluşu, NATO’nun çevreleme politikasına karşı bir girişim ve Akdeniz’e inebilme ile Boğazları zamanında Sovyetler döneminde hak iddia ettikleri gibi tekrardan olasılık yaratıp girişimde bulunabilmek ve Karadeniz üzerindeki kıyıdaş olmayan devletlerden arındırma politikası gütmekte, Rusya. Esasen de uluslararası hukuk açısından aykırılık olmasına rağmen net bir müdahele veya girişimin söz konusunun olmadığı bu durumda başta Kırım Türklüğü olmak üzere bütün Türk dünyası şimdi başlamış ve gelecekte de diğer yurtlarımıza yansıyacak olan büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır. Bu tehlike ise daha önce de bahsettiğimiz gibi Avrasyacılık adı altında eski Sovyetler gücüne ve söz geçerliliğine erişebilmek isteyen bir Rus devleti ile karşı karşıyayız. Bu durum elbet Kırım’ın yanı sıra Azerbaycan üzerindeki Ermenistan durumu ile Kazakistan üzerindeki toprak hak iddiası gibi birçok örnekleri geleceğe ilişkin durumun daha da kötüleşeceğine ihtimal doğurmaktadır.
Türk dünyasındaki genel Türk diplomasisi bu duruma ilişkin gerçekçi bir tepki koymasıyla birlikte Türklük ruhu ve bilinci ile kendi soydaşlarının haklarını ve kendi topraklarının güvenliğini sağlamalıdırlar. İlaveten bu bölgelerdeki Türkler ise mücadelerinden vazgeçmemeli ve Türk dili ile kültürünü yaşatmaya devam etmelidir. Aynı Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi:
“Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müsbet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz.”[32]
Kaynakça
AKTAŞ, H., OĞUZLU, T., & DABAN, C. (Dü). (2020). Küresel Dünyada Jeopolitik Sorunlar: İşgal, İlhak ve Çatışmalar. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
ALIM, E. (2020). Ukrayna Krizi’nde Rusya: Büyük Güç Politikası ve Saldırgan Realist Dinamikler. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.
AYPEK AYVACI, F., & AL, A. (2017). Uluslararası Politik Ekonomi: Bitmeyen Kırım Sorunu. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 13(26), 221-251.
ÇALIŞKAN, B. (2021, Ocak 27). Rusya’nın Toprak İddiaları ve Kazakistan’ın Egemenliği. Ağustos 26, 2021 tarihinde İNSAMER: https://insamer.com/tr/rusyanin-toprak-iddialari-ve-kazakistanin-egemenligi_3677.html adresinden alındı
ÇELİK, A. (2015, Ocak 15). Geçmişten Günümüze Kırım. Ağustos 26, 2021 tarihinde Konya Ticaret Odası: http://www.kto.org.tr/d/file/dunden-bugune-kirim.20150115155148.pdf adresinden alındı
ÇELİKPALA, M. (2019, Nisan). Bugüne Tarih Olarak Bakmak: Türkiye-Rusya İlişkilerinin Serencamı ve Geleceği. EDAM, 9, 9-19.
DERİNGİL, S. (2012). Denge Oyunu: İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası. İstanbul: Tarih Vakfi Yurt Yayınları.
DEVELİ, R. (2017). Uluslararası Hukuk Açısından Kırım’ın İlhakı. TDBP Yayınları. https://www.turkdunyasibirlik.org/wp-content/uploads/2017/12/TDBP-K%C4%B1r%C4%B1m-Aral%C4%B1k-2017.pdf adresinden alındı
ERKİLET, H. (1943). Şark Cephesinde Gördüklerim. İstanbul: Hilmi Kitabevi.
İSMANBEYLİ, V. (2014, Mart). Ülke-İçi Krizden Uluslararası Soruna Ukrayna-Kırım Meselesi. SETA Perspektif(36), 1-8.
KANLIDERE, A. (2016). Kırım Tatarlarının Kültürel Kimliklerini Yeniden İnşa Çabaları. Karadeniz Araştırmaları(51), 233-243.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ). (tarih yok). Ağustos 26, 2021 tarihinde T.C. Dışişler Bakanlığı: https://www.mfa.gov.tr/karadeniz-ekonomik-isbirligi-orgutu-_kei_.tr.mfa adresinden alındı
KILIÇ, S. (2010, Şubat). Atatürk’ün Büyük Özlemi Türk Dünyası’nda Kültür Birliği. Atatürk Dergisi, 3(1), 171-179.
KINIKLIOĞLU, S. (1996). Türkiye-Ukrayna İlişkileri ve Kırım Tatar Meslesi. Bilig(3), 33-38.
ÖZCAN, B. (1998). Kırım Harbi Sırasında Bazı Avrupalı Devlet Adamlarının Osmanlı Ülkesini Ziyaretleri (1854-1855). OTAM Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, 9(9), 287-321.
ÖZÇELİK, S. (2018). II. Soğuk Savaş ve Kırım’daki Jeo-Stratejik Gambit: Rusya’nın Stratejik Derinliği Bağlamında Kırım’ın İşgali ve Kırım Tatarları. O. ORHAN (Dü.) içinde, Karadeniz ve Kafkaslar: Riskler ve Fırsatlar: Ekonomi, Enerji ve Güvenlik (s. 57-75). İstanbul: TASAM Yayınları.
SOMUNCUOĞLU, A. (2014, Nisan). Kırım’ın Türkiye ve Türk Dünyası İçin Önemi. 21. Yüzyıl(64), s. 51-56.
Ukrayna Anayasası. Ağustos 27, 2021 tarihinde Ukrayna’nın Türkiye Portalı: https://www.ukr-ayna.com/wp-content/uploads/2020/06/Ukrayna-Anayasas-_T-rk-e-evirisi.pdf adresinden alındı
* Siyasî Tarihçi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi. [email protected]
[1] Sezai Özçelik, “II. Soğuk Savaş ve Kırım’daki Jeo-Stratejik Gambit: Rusya’nın Stratejik Derinliği Bağlamında Kırım’ın İşgali ve Kırım Tatarları”, Osman Orhan (Ed.) Karadeniz ve Kafkaslar: Riskler ve Fırsatlar, s.58.
[2] Örgütün amacı üye devletlerin potansiyellerinden, coğrafi konumlarından dolayı yakın oluşları ile ekonomilerinin birbirleri için tamamlayıçı husus şeklinde istifade edilerek Karadeniz bölgesinde bir barış, refah ile istikrar bölgesi haline getirmeyi hedeflemektedir. Merkezi İstanbul’da bulunmaktadır. Kurucu üye devletler arasında Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan, Moldova, Ermenistan, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Bulgaristan ile Romanya mevcuttur. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (KEİ), T.C. Dışişler Bakanlığı, https://www.mfa.gov.tr/karadeniz-ekonomik-isbirligi-orgutu-_kei_.tr.mfa.
[3] Suat Kınıklıoğlu, Türkiye-Ukrayna İlişkileri ve Kırım Tatar Meselesi. Bilig. (3), s.33-34.
[4] Ahmet Kanlıdere, Kırım Tatarlarının Kültürel Kimliklerini Yeniden İnşa Çabaları, Karadeniz Araştırmaları, Güz 2016, Sayı:51, s.235.
[5] Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet, Şark Cephesinde Gördüklerim, Hilmi Kitabevi, İstanbul 1943, s.199.
[6] Ahmet Çelik, Geçmişten Günümüze Kırım, Konya Ticaret Odası, Ocak 2015, s.3.
[7] Vügar İmanbeyli, Ülke-İçi Krizden Uluslararası Soruna Ukrayna-Kırım Meselesi, SETA Perspektif, Mart 2014, Sayı: 36, s.2.
[8] Hayati Aktaş, Tarık Oğuzlu, Cihan Daban (Ed.), Küresel Dünyada Jeopolitik Sorunlar: İşgal, İlhak ve Çatışmalar, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara 2020, s.152-153.
[9] Eray Alım, Ukrayna Krizinde Rusya: Büyük Güç Politikası ve Saldırgan Realist Dinamikler, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara 2020, s.64-65.
[10] Hayati Aktaş, Tarık Oğuzlu, Cihan Daban (Ed.), a.g.e., s.156-157.
[11] Hayati Aktaş, Tarık Oğuzlu, Cihan Daban (Ed.), a.g.e., s.167.
[12] Erdal Akpınar, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Ham Petrol Boru Hattı ve Türkiye Jeopolitiğine Etkileri, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 25(2), s.231.
[13] Sezai Özçelik, a.g.e., s.62.
[14] Vügar İmanbeyli, a.g.e., s.5.
[15] Ukrayna Anayasası, s.16. https://www.ukr-ayna.com/wp-content/uploads/2020/06/Ukrayna-Anayasas-_T-rk-e-evirisi.pdf
[16] Vügar İmanbeyli, a.g.e., s.7.
[17] Sezai Özçelik, a.g.e., s.21.
[18] Arzu Al, Figen Aypek Ayvacı, Uluslararası Politik Ekonomi: Bitmeyen Kırım Sorunu. Güvenlik Stratejileri Dergisi. 2017, 13(26), s.225.
[19] Mitat Çelikpala, Bugüne Tarih Olarak Bakmak: Türkiye-Rusya İlişkilerinin Serencamı ve Geleceği, Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi, s.9.
[20] Selim Deringil, Denge Oyunu: İkini Dünya Savaşında Türk Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları ,İstanbul 2012, s.260.
[21] Anar Somuncuoğlu, Kırım’ın Türkiye ve Türk Dünyası İçin Önemi, 21. Yüzyıl, Nisan 2014, Sayı 64, s.50-51.
[22] Arzu Al, Figen Aypek Ayvacı, a.g.e., s.229.
[23] Burak Çalışkan, Rusya’nın Toprak İddiaları ve Kazakistan’ın Egemenliği, İNSAMER. 27 Aralık 2021. https://insamer.com/tr/rusyanin-toprak-iddialari-ve-kazakistanin-egemenligi_3677.html
[24] Sezai Özçelik, a.g.e., s.70-74.
[25] Anar Somuncuoğlu, a.g.e., s.50-51.
[26] Arzu Al, Figen Aypek Ayvacı, a.g.e., s.233.
[27] Rukiye Develi, Uluslararası Hukuk Açısından Kırımın İlhakı, TDBP Yayınları, 2017, s.5.
[28] Eray Alım, a.g.e., s.180.
[29] Mustafa Koçak, Self Determinasyon Hakkı ve Self Determinasyon Hakkı Teorileri, DÜHFD. 2018; 23(38), s.94.
[30] Rukiye Develi, a.g.e., 2017, s.9.
[31] Eray Alım, a.g.e., s.182.
[32] Selami Kılıç, Atatürk’ün Büyük Özlemi Türk Dünyası’nda Kültür Birliği, Atatürk Dergisi, 3(1), 2010, s.173.