Mustafa Kemal Yılmaz
(Irak Türk’ü Gazeteci – Yurdum Turan’ı Geziyorum Kurucusu; [email protected])
Bugün, Irak ve Suriye olarak adlandırılan ülkelerin siyasi sınırları içerisinde yer alan Türkmeneli’nde birçok kez bölgede yaşayan Türklere karşı sayısız katliam ve soykırım düzenlenmiştir. Osmanlı’nın coğrafyadan ayrılması ile birlikte 100 yıl gibi kısa bir tarihe sahip Türkmeneli’nde gücü elinde bulunduran tarafların Türklere karşı cephe alması ve onları yok etmelerinin arkasında elbette çok sayıda farklı nedenler bulunmaktadır. Türkmeneli’nde yaklaşık 1400 yıldır bulunan Türklerin bu coğrafyada mevcudiyeti, burada emeli bulunanlar için ana rakip olmakla birlikte silahsız ve sivil olmalarına rağmen çıkarlarına birer tehdit olarak görülmüştür. 1920, 1959, 1980, 1991 ve 1995 gibi daha birçok tarihte Türklere karşı girişilen soykırım ve katliamların tamamında bölgedeki Türklere “Türkçü/Turancı” suçlamaları yöneltilmiş ve liderler bu nedenlerle idam edilmiştir. Saddam Hüseyin rejimi döneminde en zirve dönemlerinden birisini gören “Türk Düşmanlığı” döneminde de 2003 sonrası “Demokrasinin” geldiği yeni Irak’ta da Türklere yöneltilen Türkçülük ve Turancılık suçlamaları devam etmiştir. Türkmeneli’nde yaşanan olayları daha iyi anlamak için, Türkmeneli’nde Türkçülüğün gelişimini ve mevcudiyetini anlamak gerekir. Bu nedenle de bu yazıda, Türkemeneli’nde Türkçülük fikriyatının ortaya çıkışı, saha örnekleri ve mevcut durumunu ele alınacaktır. Böylece Türkmeneli’nin Türkçülük anlayışında da Turan’a bakışını da net olarak yorumlanabilecektir.
Türkmeneli’nde Millî Mücadele
3 Kasım 1918 tarihinde Musul’un İngiliz işgali altına girmesi ile birlikte Musul Vilayetine bağlı bölgeler ve bugün Irak olarak adlandırılan coğrafyada bulunan Türkler ile anavatan Türkiye’de bulunan Türkler ilk defa ayrılmıştı. Birinci Dünya Savaşı sonrası başlayan Türk Kurtuluş Savaşı ile birlikte Millî Mücadelenin bir parçası olarak görülen Türkmeneli’ne başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bakışı net ve desteği tamdır. Dönemin Ankara hükümeti Musul’u vatanın ayrılmaz bir parçası olarak görüyor ve Misak-ı Millî’nin son sınırları olarak tanımlıyordu. Bu nedenle de Mustafa Kemal Atatürk’ün özel bir şekilde ilgi göstermesi sonucu 1920 yılında bölgede ilk Millî Mücadele ateşi yakılmıştı. İngilizlere karşı Türkmeneli’nin Telafer ilçesinde başlayan direniş ile birlikte “Türkmeneli’ndeki ilk Türkçü faaliyet” olarak yorumlayabileceğimiz bir başkaldırı meydana gelmiştir. Bu süreçte 1920 devrimleri tüm ülkeye yayılırken istenilen sonucu alamamıştır. 1925 yılına geldiğimizde ise Mustafa Kemal Atatürk’ün mektuplarından da anlayabildiğimiz kadarı Kerkük’te İngilizlere karşı yeni bir isyan ateşi yakılmıştır. Ancak bu da sonuç bulamayınca ilerleyen dönemlerde Türkmeneli’ndeki siyasi Türkçülükten bahsetmek oldukça zordur. Hem yeni gelişen dünyayı anlamaya çalışan hem de İngiliz mandası krallık altında ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören Türklerin, Türkçülük faaliyetleri sadece kültürel alanlarda olmuş ki bunlar daha çok dil, edebiyat, sanat vb. alanları kapsamıştır. Ancak 1958 yılında Irak’ta Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile birlikte Irak Krallığı’nın Türklere karşı asimilasyon politikalarının son bulacağını sanan Türkler sevinmiş ve kutlamalara katılmıştır. Irak’ta 1958 yılında yazılan ilk Anayasa ile birlikte aslında Türklerin aynı asimilasyon politikalarına maruz kalacakları belliydi. Öyle ki Irak’ta yaşayan Türklere “Türk” denmesi yasaklanmış ve yerine İngilizler tarafından Lozan görüşmelerinde ortaya atılan ve Irak’ta yaşayan Türkleri, Türkiye’de yaşayan Türklerden ayırmak amacıyla kullanılan “Türkmen” tarifi getirilmişti. Bu tarih itibari ile Türkmeneli’ndeki Türkçülüğün tekrardan alevlenmeye başladığını söyleyebiliriz. Ancak Türkçülüğün tekrardan yükselmesini sağlayan en önemli gelişme 1959 yılında Irak Cumhuriyeti’nin 1. yılı kutlamalarına katılan Türklere karşı dönemin Kürt Komünist Partisi üyeleri ve Barzaniler tarafından düzenlenen soykırım girişimi olmuştur.
Kerkük’te bulunan Türk önderlerinin adresleri Irak Devleti’nin yardımı ile Kürt Komünist Partisi üyelerince önceden tespit edilmiş ve 14 Temmuz 1959’da 1. yıl kutlamaları sırasında şehre Kürt çetelerinin girmesi ile birlikte soykırım başlamıştır. Önce kutlamalara katılan kalabalık üzerine ateş açan Kürtler, devamında sokağa çıkma yasağı ilan ettirmiş ve bu yasağı kullanarak evinde, işyerinde bulunan Türk önderleri teker teker tutuklanarak canice katledilmiştir. Bu olayla birlikte Türkmeneli’nde Türkçülük anlayışı yükselişe geçmiş ve Türkler artık öz benliklerini savunmaya başlamıştır. Siyasi faaliyetlere başlama kararı alan bölge Türkleri, Türkmeneli’nin bağımsızlığından öte “Irak içerisinde tüm insan haklarına sahip bir şekilde yaşamak” modelini ele almış ve bunun uğruna mücadele etmiştir. Bu süreçte Türkiye’ye eğitime gelen öğrenciler özellikle 1960-1980 yılları arasında Türkiye’deki milliyetçi akımlardan etkilenmiştir. Bazı gençler Alparslan Türkeş’in önderliğinde MHP ve Ülkü Ocakları kanadına geçerken bazı gençler de Hüseyin Nihal Atsız’ın önderliğinde Türkçülüğe sarılmıştı. Tüm bu ortamın getirisi olarak Türkiye’de iyi bir eğitim gören öğrenciler burada sadece üniversite eğitimlerini değil ideoloji eğitimlerini de tamamlayarak yurda, Türkmeneli’ne dönmüştür. Bu dönüşle birlikte Türk gençleri, Irak’ta iktidar partisi olan Ba’as Partisi’nin (Saddam Hüseyin rejimi) siyasi baskılarına maruz kalmaya başlamıştır. Saddam Hüseyin ile birlikte artan Arap Milliyetçiliği birer Türk düşmanlığına dönüşmeye başlamış ve rejimin Türklere bakışı ise “Bunlar Türk, bu yüzden bunlar Turancı, Irak’ı bölüp Turan kurmak istiyorlar” söylemleri çevresinde gelişmiştir. Öyle ki, Saddam rejimi döneminde Türkçe konuşulması yasaklanmış, Türkiye’den Türkçe kitap getirilmesi veya okunması ağır cezalara tabi tutulmuştur.
Kerkük sokaklarında devriye gezen Saddam komiserleri ya da yanlıları, Türk gördüğü zaman “Turani” (Turancı’nın Arapçası) diyerek dışlar ve kendilerince aşağılamaya çalışırlardı. Türkçü olmayan Türklerin bile böyle bir dışlanmaya maruz kalması ve 1980 yılında Türkiye’de eğitim görerek yurda gören Türkçü kadroların “Türkiye casusluğu ve Türkçülük” yapmak suçlamaları ile idam edilmesi sonucu Irak’ta Türkçülük ve bağımsızlık fikriyatı gelişmeye başlamıştır.[1]
Saddam Hüseyin’in despot rejimi ile birlikte Türkmeneli’nde Türkçülük fikriyatı bir savunma refleksi olarak gelişmeye devam etti. 1995 yılına gelindiğinde ise Irak Türkmen Cephesi’nin kuruluşu ile birlikte Türkmeneli Millî Mücadelesi yeni bir boyuta taşınarak artık Türkmeneli’nin Türkçülüğü, siyasi arenaya tam anlamıyla taşınmış oldu.
En büyük günah; Türkçülük ve Turancılık!
Türkmeneli’nde Türkçülüğün ve siyasi mücadelenin geçmişini özet olarak ele aldıktan sonra meydana gelen bazı olaylara değinmeden bu bahsi kapatmak mümkün olamaz. Türkçüler, Irak’ta Türk olmanın verdiği zorluk çerçevesinde Türkmeneli’nin geleceği için mücadele verirken dünyaya da örnek oluşturabilecek bazı kahramanlıklara da imza atılmıştır. İlk bölümde de belirtildiği gibi Doç. Dr. Nejdet Koçak’ın verdiği şerefli mücadele ve dik duruş gibi benzer adımlar Türkmeneli coğrafyasının çeşitli bölgelerinde de görülmüştür. Zulme karşı dik duruşun bir diğer örneği ise Türk Kızı Zehra’nın hikayesidir. 1975 yılında Kerkük’te doğan Türk Kızı Zehra, dört çocuklu Bektaş ailesinin en küçük kızıydı. Zehra’nın ailesi Kerkük’ün Türk mahallelerinden birisinde yaşıyorken Saddam Hüseyin rejimi tarafında zorunlu göçe tabi tutuldu. Türk oldukları için zaten hayatlarının her anında rejimin baskı ve şiddetine maruz kalıyorlardı. 14 Ekim 1995 tarihinde ailenin babası Bektaş, Kerkük Emniyet Müdürlüğüne çağırılmış ve kendisine zorunlu tehcir belgesi imzalatılmıştı. Zehra’nın ailesinin 24 saat içerisinde Kerkük’ü terk etmeleri gerekiyordu. Ertesi gün kapıya emniyet güçleri dayandığı sırada kapıyı açan kahraman Türk Kızı Zehra oldu. Zehra’nın vatanını terk etmeye hiç niyeti yoktu, kendisinden evi boşaltmasını isteyen rejimin emniyetine karşı hafızalardan silinmeyecek o son sözlerini haykırdı ve elindeki gaz bidonunu üzerine boşaltarak Türkmeneli için kibriti çaktı: “Ey ahali, ben Kerkük’ün kızıyım. Bu şehirden asla göç etmeyeceğim. Bu zulüm politikasını protesto etmek, Türkmenlere bağımsızlık yolunu açmak ve Türkmen sözcüğünü yükseltmek uğruna, şimdi kendimi yakacağım. Kerkük bize kalacaktır. Katillere ve zalimlere ölüm!”
Evet, Zehra 16 Ekim 1995 tarihinde Kerkük’ün birer Türk toprağı olduğunu haykırmak için kendisini vatanı uğruna yakmıştı. 19 Ekim tarihinde ise Saddam rejimi, Türklere karşı ırkçılığından vazgeçmemiş ve aileyi Kerkük’ün dışarısına tehcir etmiştir. Türk kimliğinden bu kadar çok korkan bir rejimin gerçekleştirdiği baskı ve şiddet sonucu Türk olan herkesi potansiyel bir “Türkçü/Turancı” olarak görüyor ve ceza vermek için bu suçu yeterli buluyordu.
1980 yılında büyük Türkçü Nejdet Koçak ve arkadaşları Saddam Hüseyin tarafından idam edildiği sırada bu kararı Türkiye’ye duyurmak ve Türkiye’nin bu idama karşı durmasını ve engellemesini talep eden iki Türk genci de yine “Türkçülük/Turancılık ve Türkiye Casusluğu” suçlamaları ile idam edilmişti. Liderlerinin idam edileceğini öğrenen gençler, soluğu Türk Büyükelçiliğinde alır ve gerekli önlemlerin alınmasını talep ederler. Irak istihbaratı tarafından her saniye gözetlenen Türk Büyükelçiliğine bu iki gencin girmesi gözlerden kaçmamıştı. Büyükelçiliğe gitmeleri yeterli bir sebep gösterilerek idam edilmelerine karar verilmiştir.
Bu saha örnekleri ile birlikte Türkmeneli’nde Türkçülük yapmanın ne kadar zor olduğunu ve sonuçlarının çok ağır olacağını özetlemek mümkün. Irak’ta Türk olmak hayli zahmet bir işken bir de Türkçü olmak adete cehenneme doğmak gibidir. Ancak tüm bu zulüm ve baskılara rağmen bugün Türkçülük Türkmeneli’nin sokaklarında tekrardan yükselişe geçmiş ve yeni bakış açıları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Türkmeneli Türkçülüğü
Türkmeneli coğrafyasında Milli Mücadelenin evrimi ve Türkçülük farklı tarihlerde farklı sahnelerde karşımıza çıkışını yukarıda gördük. Ancak bugün ne durumda? sorusuna en doğru yanıtı bulmak için öncelikle Türkmeneli’nde Türkçülüğün yorumlanmasını ele almamız gerekmektedir. Türk milleti yapısı itibari ile çok geniş coğrafyalara yayılmış, birçok coğrafyaya da adapte olmaya çalışmıştır. Bu adaptasyonun getirisi ile birlikte farklı kültürlerle olan alışverişler sonucu ideolojilere karşı yorum da coğrafyadan coğrafyaya farklılık göstermektedir. Bunu ideolojilerin de bölgesel adaptasyonlar geçirmesi şeklinde açıklayabiliriz. Türkmeneli’nde ise böyle gerçekleşmiştir.
Bölgede ilk Türkçü faaliyet olarak yorumladığımız 1959 katliamı sonrası hareketlerin tamamı siyasal değiş sadece kültürel bazdadır. Yani Türkçülük anlayışı birer bağımsızlık mücadelesinden öte sadece kimliği korumak amaçlı gelişmiştir. Bunun haklı nedenleri vardır. 600 yıldır bölgede hiçbir şekilde harici iktidar görmeyen Türkler, 1918 sonrasında yabancı boyunduruğu altına girdikten sonra Ankara Hükümeti ve Mustafa Kemal Atatürk’ten gördükleri destek sonucu yine huzurlu yaşayacaklarını düşünüyorlardı. Öyle ki o tarihlerde meydana gelen katliamlar haricinde onlarca yıl rahat ve huzurlu yaşayan Türklerin yaşadığı şehirlerde idareyi ellerinde bulundurmasalar bile nüfus bazında üstün bir çoğunluğu sağlamaları bu rahatlığı vermekteydi, ancak 1958 sonrasında başlatılan Araplaştırma politikaları sonucu Türklüğünün tehlikeye gireceğine fark eden Türkler, ağırlıklı olarak sadece kültürel savunmaya gitmesinin nedeni de yine nüfus çoğunluğuydu.
Saddam Hüseyin rejimi ile birlikte Araplaştırma politikası hız kesmeden ve daha aktif bir şekilde sürdürülmüş ve Irak’ın güney illerinden Araplara özel pirimler verilerek Kerkük’e yerleşmeleri sağlanmıştır. Kerküklü olmayan bu Arap kesimi geldikleri gibi karışıklıklar çıkarmaya başlamış, yollarda yürüyen Türk kızlarına tacizlerde bulunmuş, hırsızlık yapmış ve şehir sakinlerine nice rahatsızlık vermişlerdi. Bununla birlikte Saddam’ın zorunlu tehcir kararları da eklenince, Türkler artık yok olmanın eşiğinde olduğunu anlamış ve gelen tehlikeyi fark etmişler. Bu tarihten sonra ise Irak’ta yaşayan Türkler silahlı mücadelenin birer çözüm olacağını düşünmeye başlamıştır. Türkçülük yorumu artık birer benlik farkındalığı olmaktan çıkmış, bağımsızlık ateşi olmuştur. 1974 yılında 17-18 yaşlarında olan Türkmeneli gençleri örgütlenerek birer düzenli ordu kurma girişiminde bulunmuştur. Türkmen Kurtuluş Ordusu (TKO) adını alan bu ordunun ana amacı, Irak’ta Türklere karşı uygulanan Soykırım politikasına karşı aynı şekilde cevap vermektir. TKO Kerkük’ün sokaklarında Türklüğü hatırlatan ve bağımsızlık umudu sağlayan Türkçü afişler dağıtmaya başlamıştı. Kurulduğu günden itibaren sokak faaliyetlerine başlayan TKO, Türkmeneli bağımsızlığını da önemsemiştir. Öğrencilerden oluşan TKO üyeleri, 1979’da Saddam Hüseyin rejimi tarafından tutuklanmış ve şiddetli işkencelere maruz kalmıştır. 9 Temmuz 1980 tarihinde ise Saddam Hüseyin tarafından “Türkçülük yapmaktadırlar” suçlaması ile TKO’nun birçok üyesi idam edilmiştir. TKO başkanı Rüştü Salihi, idam haberini aldığında ayakkabısını Saddam’ın resmine fırlatmış, kendisini idam edecek celladın da yüzüne tükürmüştü.
Türkmen Kurtuluş Ordusu’nun ömrü kısa olsa da bölgede Türkçülüğe yeni yorum getirmişti. Böylece artık bağımsızlık Türklerin gündemindeydi. Ancak 1990’lı yıllarda siyasi hayata giriş sağlayan ve bu zeminde mücadele eden Türkler yeni bir yorum getirerek “Irak’ın içerisinde eşit haklara sahip bir şekilde” yaşamak hedefi ile hareket etmiştir. 2023 yılına geldiğimizde maalesef Türkmeneli mücadelesinde halen net bir çizgi çizilememiştir. Yetkili kadrolardan çıkan farklı sesler, kitlelerin de aklını karıştırmaktadır. Bazen “Tam bağımsız Türkmeneli” söylemleri duyuyorken bazen de “Irak’ın toprak bütünlüğü bizim için önemli” söylemleri yükselmektedir. Ancak yetişen yeni nesil kendisine yeni bir çizgi çizerek tıpkı 1970’li yıllarda olduğu gibi Türkçülüğe sarılmaya başlamıştır. Kurulan yeni oluşumların büyük çoğunluğu tekrardan kültürel korumacılığa başlasa da yavaş yavaş bağımsızlık söylemleri de gündeme getirilmektedir. Görünen o ki, bu hızda devam edilmesi durumunda Türkmeneli’nde Türkçülük yine yükselecek ve 1980’li yıllarda olduğu gibi tüm Türklerin savunduğu bir duruma gelecektir. Unutulmaması gereken bir nokta var ki bugün 1980’li yıllarda olduğu gibi bir baskıcı rejim Irak’ta bulunmamaktadır. Bunlar sosyolojik olarak da kanıtlanmıştır ki toplulukların bir baskıya uğramadığı sürece milli kimliklerine sarılma refleksi göstermez, gösteremez.
Büyük Türkçü Hüseyin Nihal Atsız’ın yazdıklarından etkilenerek onu önderi olarak gören bir nesil geliyor bugün. Şehit lider Nejdet Koçak’ın izinden gidenler, elbette ondan aldığı Türkçülük bayrağını yükseltecek ve Türkmeneli’nin özgür ve refahı için mücadeleyi sürdürecektir. Hiç kimse kalmasa bile, bu bayrağı taşıyacak olanlar bizler olacağız. Son nefer, son nefese kadar da Türkmeneli için mücadelemize devam edeceğiz. Bahsi kapatırken de, Türkmeneli’ye bakışın aynı şekilde Türkmeneli çıkarlarına göre olması gerektiğinin altını çizmek isterim. Dünü, bugünü ve yarını ile Türkmeneli’de Türkçülük farklı tarihlerde, farklı yorumlamalarla da olsa hep var olmuştur. Görünen o ki, var olmaya devam edecektir. Türkçülerin Kerkük’te attığı bir sloganla bu yazıyı tamamlamak isterim: “Kerkük Türk’tür, Türk Kalacaktır!”
[1 Burada Türkçülük yapmak ve Türkiye’de eğitim nedeniyle Türkiye için casusluk suçlamalarına maruz kalan Doç. Dr. Nejdet Koçak’a özel bir şerh açmak gerekmektedir. Doç. Dr. Nejdet Koçak, Türkmeneli’nin en büyük Türkçüsü ve son lideri olarak bilinir. Kendisi hem eğitim hem de donanım açısından Türkmeneli’nde bulunan Türklere örnek olmuş bir şahsiyettir. Türkçü ve Turancı olan Koçak, Türkiye’de tahsilini tamamladıktan sonra Türkmeneli’ne dönmeye karar vermiş ve arkadaşlarının “Gitme, seni öldürmek isterler” uyarılarına rağmen mücadelenin yurtta yapılacağına inanmış ve yurda dönmüştür. Dönüşü ile birlikte Türkleri örgütlemeye ve onlara Türklük bilincini aşılamaya çalışan Koçak, Türkiye’de tahsil görmesi nedeniyle “Türkiye casusluğu ve Türkçülük yapmak” suçlamaları ile gözaltına alınmıştır. Sorguda kendisine bir liste sunulmuş ve bu listede yazılı adların kendisinin konumu ispiyonladığını, bu yüzden de kendisinden sadece listeden tanıdıklarının yanına işaret atması istenilmiştir. İşaret atması halinde hakkında verilen idam kararının geri çekileceği de söylenmiştir. Ancak büyük Türkçü Doç. Dr. Nejdet Koçak, onların yalanlarına inanmadığını belirterek listeye dahi bakmamış ve dik duruşu ile hiçbir arkadaşını satmamıştır. Bu duruşu ile birlikte Saddam Hüseyin tarafından idam edilen lider Koçak, bedenen aramızdan ayrılsa da fikirleri bugün binlerce Türk gencine ışık olmuştur. O, Irak’ta Türklerin son lideri ve Türkçülerin son önderiydi. Bugün ondan bayrağı devralan bizler, Irak’ta birer varlık mücadelesi vermekteyiz. Türkmeneli’nin geleceği ve refahı için Türkçülük bayrağına sarılmaya devam edeceğiz.