Turan coğrafyası, dünya üzerinde hem millî bilincin hem de kültür ve sanat alanında önde gelen birçok önemli işi gerçekleştirecek şahısları yetiştirmiş bir coğrafyadır. Türk dünyasında Türklük ve Türkçülüğün cereyan ettiği ve kuvvetlendiği en önemli bölgelerin başında gelen Azerbaycan da bu önemli aydınlara ev sahipliği yapmış bir Türk yurdudur. 20. yüzyılda ister dünya isterse de Türk dünyası olsun Türk fikir hayatında ve opera alanında önemli işler yapmış olan birisi de Azerbaycanlı Türkçü bestekâr Üzeyir Hacıbeyli’dir.
Tam adı Üzeyir Abdulhüseyin oğlu Hacıbeyli olan aydınımız, 18 Eylül 1885 tarihinde Azerbaycan’ın Ağcabedi bölgesinde doğmuştur. Atası Abdul Hüseyin Hacıbeyl, Şuşa’nın maarifperver aydınlarından olmakla birlikte anası ise, bölgenin Kerbelayı Elekber beyin kızı Şirin Hanım’dır.[1]
Üzeyir Bey’in çocukluk ve gençlik yıllarının ilk çağları, Şuşa’da geçmiştir. Şuşa’da geçen bu sürede, kendisinin ilmî, edebiyat, sanat ve medeniyete dair olan ilgisini bölgede büyüyen şahsiyetler ile dikkatini çekmiştir. Kendisi Şuşa hakkında şu sözleri sarf etmitşir: “İlk müzik eğitimimi çocukluğumda Şuşa’da, en iyi şarkıcı ve müzisyenlerden aldım. O zamanlar ‘Mugam’ ve ‘Tasnif’ şarkısını söylerdim. Hanendeler sesimi beğeniyorlardı. Bana söyletip öğretirlerdi…”[2] Üzeyir Bey’in müzik yeteneğinin Şuşa’da büyümesinin yanı sıra genetik bir miras olduğu da belirtilebilir. Çünkü dedesi olan Hacıbey’in tar ustası olarak son derece yetenekli bir müzisyen olduğu bilgisi de bilinenler arasında yerini almaktadır.[3]
Üzeyir Hacıbeyli’nin ailesindeki kardeşleri; Sayad Hanım, Abuhayat Hanım, Zülfikar Bey ve Ceyhun Bey’dir. Ağabeyi Zülfikar Hacıbeyli, Üzeyir Bey gibi opera sanatıyla uğraşmakta idi. Kardeşi Ceyhun Hacıbeyli ise yazar, tarihçi, gazeteci ve etnograf olarak bilinmektedir. Hatta Ceyhun Bey, Azerbaycan’ın millî cumhuriyet döneminde 1919 Paris Barış Konferansı’na gönderdiği heyette diplomatik üyeler arasında yer almıştır.[4]
Eğitimini Şuşa’daki Nikolayevski adına mevcut Rus-Türk Mektebi’nde alan Üzeyir Bey, 1899 yılında eğitimini devam ettirmek adına Güney Kafkasya Muallimler Seminirasyası’na dâhil olmuştur. 1904 yılında hâlihazırda Gürcistan’da yerleşmekte olan Gori şehrindeki seminaryadan tamamladıktan sonra Hadrut bölgesindeki mektebe muallim olarak tayin edilmiştir. Üzeyir Bey, bu süreçte süreli yayınlarda boy göstermeye başlamıştır. İlk yazılarını Kaspi (Hazar) adlı gazetede “U” imzasıyla yazılar kaleme alırken bir sene sonra 1905 yılında Bakü’ye geçmiştir. Orada Hayat gazetesinde çalışmaya devam etmiştir.
Üzeyir Hacıbeyli, Kaspi, Hayat, İrşad, Terakki, Hakikat, İkbal, Yeni İkbal, Açık Söz, Övragi-Nefise, Azerbaycan, Kommunist ve Maarif ve Medeniyet gibi dergi ve gazetelerde, “Ü”, “Ü.H.”, “Üzeyir”, “Ü. Hacıbeyli”, “Üzeyir Hacıbeyli”, “Filankes”, “Ayn”, “Bir Nefer” ve “Mizrab” gibi imzalarla yazılar kaleme almıştır.
1908 yılında Fuzuli’nin eseri esasında ilk Azerbaycan Türk operası olan “Leyla ve Mecnun”u yazdı. Devamında ikinci eser olarak 1909 yılında “Şeyh Sen’an” ile “Er ve Arvat” (1909), “O Olmasın Bu Olsun” (1910), “Rüstem ve Zehrab” (1910), “Şah Abbas Hurşid Banu” (1911), “Aslı ve Kerem” (1912), “Arşın Mal Alan” (1913), “Harun ve Leyla” (1915), “Köroğlu” (1936), “Sensiz” (1941) ve “Sevgili Canan” (1943) gibi eserler ortaya koymuştur.
Aydınımız 1909 yılında Bakü’de Terakki gazetesinde çalıştığı ve yazılar yazdığı sırada dikkat çeken bir yazısını; “Haberdarlık” başlığıyla yayımlanmıştır. Üzeyir Bey, Azerbaycan Türklerinin kendi haklarını ve milliyet anlayışlarının korunmasının ancak ilim ve eğitimden geçtiğine inanmaktaydı. Ona göre, bir milletin gelişiminde ve medeniyetler sırasına girmesinde bu iki önemli husus yer almaktaydı: “Biz kendi milliyetimizi baki kılmak, istikbalimizi temim etmek için var gücümüzü ilim, maarif yolunda sarfetmeliyiz ki, biz de medeniyetliler sırasına girmekle kendimizi medeniyetlilerin her türlü tecavüzatından koruyabilelim.”[5]
Aynı yazıda ilim ve eğitimin ise Azerbaycan Türklerinin kendi öz dilinde yani Türk lisanıyla öğrencilere aktarılması millî mekteplerin ve dilin, milliyet anlayışyla yükselmesinde etkili olacağına değinilmektedir. Bunun yanı sıra Rusçanın, Türkçeyi bastırarak yerini aldığını iddia edenlere karşı ise, Türkçenin yoğun bir şekilde millî mekteplerde derslerde anlatıldığı takdirde hiçbir başka dilin öz ana dilden öte olmayacağı ifade edilmiştir: “Millî okullarımızda öğrencilere o ilim ve fen hakkında yeterli bilgi ana dilimizde verilirse, hiçbir Rusça veya başka bir dil ana dilimizin yerini tutamaz.”[6] Benzer meseleye dair Hakikat gazetesinde “Dil” başlığıyla değinen Üzeyir Hacıbeyli, Lehler üzerinden örnek vermiştir. Lehlerin yabancı dilde eğitim veren okullara karşı kalplerindeki nefret, öz millet ve milliyetlerini sevmekten ve milliyetlerinin en büyük bir alameti olan dillerinin kıymetini bildiklerinden kaynaklandığını ifade etmektedir.[7]
Rus Çarlığı esaretinin devam ettiği zamanlarda, çarlığın dâhilinde bulunan Türk soylu aydınlar arasından öne çıkan Üzeyir Bey, Rusça yayımlanan gazete ve mecmualarda da tanıtılmaya başlanmıştır. Rampa i Jizn’in 20 Aralık 1909 tarihli nüshasında kendisinin fotoğrafına yer verilerek: “Üzeyir Bey Hacıbeyli – İlk Müslüman Bestekâr”[8] olarak açıklama eklenmiştir.
Üzeyir Bey, Ekim Devrimi için: “Evet! Rus Çarlığı gibi kara bir istibdadı yıkıp mahveden bir inkılap, bu açıdan şâyan-ı ihtiramdır. Lâkin yalnız bu açıdan!” ifadesinde bulunmuştur. Bolşeviklerin devrimi gerçekleştirirken esir milletlerin hürriyete kavuşacağı bahanesini ve bunun tamamen bir aldatmaca olduğuna değinerek Lenin’in bu konuda en başından itibaren itibarsız, asılsız bir vad öne sürdüğünü ifade etmiştir:
“Eğer Lenin kendi sözüne emel edip Rusya’daki esir milletleri azat etmek gibi makduru olan emri gerçekleştirseydi, Bolşevikliğe büyük bir hizmet etmiş olurdu. Halbuki azadlığın aksine ne gördük? Azat olmaya cüret etmiş Bolşevik askerleri tarafından katledildiğini gördük. Ve bu katliam hangi milletler üzerinde icra edilmiştir? Emperyalizm esaretinin en ağır bend ve zincirleri altında inlemekle herkesten evvel azat olmaya muhtaç ve layık olan milletlere.”[9]
Aynı yazının devamında ise Türk yurtları üzerinde sözde insan hakları ve esir milletlere hürriyeti vadeden sözde inkılapçılara karşı Türklüğü ve Türk yurtlarını müdafa ettiklerine değinilmiştir. Bolşeviklerin amaçlarının ise bölgedeki Rus etniğinden olmayanlara karşı sömürgeci ve vahşî bir politika izlemekte oldukları aktarılmıştır:
“Türkistan, İdilboyu ve Kırım müslümanlarının tekrar esaret altında kalmalarına acımak ve yanmakla beraber, seviniyoruz ki, biz Azerbaycan Türkleri kahraman Osmanlı Türk kardeşlerimizin kardeş yardımıyla bizi asırlık baskı altında mahvetmek isteyen Rus inkılapçılarının insanlık dışı olan bu arzusuna karşı kıyam edip kanlar döktük, canlar kurban ettik, hanümanlar yaktık da sonunda esaretten kurtulduk. Lâkin bu esir tutmak hırsı ne kadar “şirin” bir ihtirasat kabilinden imiş ki, bu ihtirasat hastalığına müptela olan gürûh her türlü hileyle etrafımızda dolaşıyor bizi yeniden ele geçirmek için can atıyorlar.”[10]
Üzeyir Bey, Türkçü temeller ile kurulan ve Türklüğün esas alındığı Azerbaycan Cumhuriyeti’nin gelecek ve yakın gelecekte Türklüğün umudu, İslâm’ın penahı ve medeniyet âleminin muhterem bir üyesi olacağını daha birinci yıl dönümünde bile gösterdiğini ifade etmiştir. Aynı zamanda Güney Kafkasya’da cereyan eden Türklük uyanışının, Turan coğrafyasında da etkili olduğunu şu sözlerle aktarmıştır: “Azerbaycan’ın, Türklüğe istikbal meyveleri yetiştirmek için münbit bir toprak teşkil ettiğini, Osmanlı Türk kardeşlerimiz dâhi ikrar ve itiraf ederek bize umutla bakmaktadırlar. Aslında Türk ırkında sağlam bir milliyet hissi uyandıran, milletin ne olduğunu milliyetini unutmuş Türklere anlatan Azerbaycan’dı. Onlara, her şeyden önce; sen bir Türk’sün dedi ve ‘Türk’üm’ dedirtti.”[11]
Millî aydınımız, dönemin güncel sorunları arasında en çok değindiği konulardan olan Türk dili meselesini, Azerbaycan gazetesinde de ele almıştır. 1918-1920 yılları arası millî cumhuriyet döneminde Türkçe bilen uzman yetersizliğine değinilirken aynı zamanda Kafkasya’da dilin kullanım alanlarının hem objektif hem de subjektif nedenlerden kaynaklanarak daraldığını ele almaktadır. Üzeyir Hacıbeyli, Azerbaycan gazetesindeki “Millîleşmek” adlı yazısında Türk dilinin, Kafkaslarda tâ en eski zamanlardan beri bölge halkları arasında iletişim dili olarak istifade edildiğine işaret etmiştir. Lâkin daha sonra bölgedeki diğer etnik toplulukların Türkçeyi iletişim olarak tercih ederken Türklerin ise ana dillerinden ziyade Rusçayı tercih etmelerini; garip ve gülünç bir hâl olduğunu ifade etmiştir.[12]
Üzeyir Hacıbeyli’nin Azerbaycan gazetesinde kaleme aldığı bir diğer dikkat çeken yazısı ise 31 Mart 1918 tarihli Azerbaycan Türklerine karşı gerçekleştirilmiş soykırıma dairdir. Bahsi geçen yazıda Üzeyir Bey, Bolşeviklerin “sözde inkılapçılar” olduğunu dile getirerek aslında hür milletlerin istiklallerine karşı olduklarını ifade etmektedir: “İstiklalimize karşı kurdukları komploda kendilerini ‘inkılapçı’ açıdan haklı göstermek için bizi ‘karşı-inkılapçı’ olarak adlandırdılar ve saldırıya hazırlandılar. Mart felaketini hazırlayıp başımıza getirdiler ve tehditleri doğrultusunda başkentimizi harabeye çevirdiler.”[13]
Enver Paşa’nın emri ve Nuri Paşa’nın komutanlığında Kafkas İslam Ordusu’nun 15 Eylül 1918 tarihinde Bakü’yü Taşnak, Rus ve İngilizlerden kurturlmasının Azerbaycan Türkleri için pek mühim olduğuna değinen Üzeyir Bey, Anadolu’dan gelen yardımın gecikmesi hâlinde bölgede ciddi yıkım ve katliamların gerçekleşeceğini ifade etmekte idi: “Ve eğer Türkler, Osmanlı Türk kahramanları zamanında gelmeseydi, Azerî Türkler, Bakü kuşatmasından sonra örgütlenip hazırlanma fırsatı bulduğu zaman, Bakü, Şamahı değil, belki bütün Azerbaycan’da taş üstünde taş kalmayacaktı.”[14]
Üzeyir Hacıbeyli hayatının belki de en önemli imzasından birini Azerbaycan Millî Marşı’na atmıştır. Daha henüz millî cumhuriyet ilân edilmemişten önce Açık Söz gazetesinin 17 Aralık 1917 yılında yayımlanan nüshasında “Millî Marş” başlıklı makalesi ile aynı yılın 23 Aralık’ında okestra tarafından sergilenmiş marş: “Cengizleri, Timurları/Gel yada sal o erleri/Kim ol zaman, Türk hökmran/Türk’e müt’i nesf-cahan” dizeleriyle oldukça dikkat çekicidir:
“Vurulur meydanda sanc, def,
Dizilin askerler safbesaf!
Yürüyün şevkle düşmana taraf,
Biliniz Cengiz’dir bize selef!
Giriniz meydana sanki şir,
Elinizde şemşir ile tir
Dilinizde olsun bu zikr;
Ya Allah, ya Allah, ya Allah,
Hüve-kebir!”[15]
Azerbaycan gazetesinin 4 Nisan 1919 tarihli nüshasında yayımlanan habere bakıldığı zaman Üzeyir Bey’in “Arşın Mal Alan” opera eserinin oynanacağı ifade edilirken bir sonraki bilgide ise yeni marşa dair de değinilmektedir: “Oyun başlamadan önce Üzeyir Bey’in yeni hazırladığı ‘Azerbaycan Millî Marşı’ okunacaktır.”[16] Aynı yılın 14 Kasım’ında Azerbaycan gazetesinde duyuru ile düzenlenen yarışmada ünlü Azerbaycan Türk bestecisi Üzeyir Hacıbeyli’nin eserinin birinciliği kazandığı aktarılmıştır.[17]
Türk müzikolog Etem Üngör’ün; “Türk Marşları” adlı çalışmasında “Azerbaycan Millî Marşı” ve “Azerbaycan Marşı” olarak iki marşa değinilmiştir. Çalışmada Etem Bey, Azerbaycan’ın 1920 yılında bağımsızlığını henüz kaybetmediği zamanlarda, güncel Azerbaycan Marşı’nın askeri okullarda ders başlamadan önce söylendiğini ifade etmiştir.[18] Azerbaycan Cumhuriyeti’nin güncel marşı olarak da hâlâ bilinen “Azerbaycan Marşı”nın sözlerini ise dönemin diğer büyük Türkçü Ahmed Cavad’dır.[19] Azerbaycan’ın güncel olarak kullanılan marşı ise 27 Mayıs 1992 tarihli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Millî Meclis kararıyla devletin resmî marşı ilân edilmiştir. Bahsi geçen marşta Ahmed Cavad, Türk yurdu Azerbaycan uğrunda canından geçen ulu şehitlerine, askerlerine de değinmiştir:
“Binlerle can kurban oldu!
Sinen harbe meydan oldu!
Hukukundan geçen asker,
Her biri kahraman oldu!”[20]
Üzeyir Bey’in Türk dünyası ve Azerbaycan’a miras bıraktığı bu iki marşın neticesi olarak, 1995 yılından itibaren aydının doğum günü olan 18 Eylül’ün Azerbaycan’da “Millî Musikî Günü” olarak kutlanılması, hatırasını hatırlatmak ve yaşatmak adına pek mühim bir durumdur.[21]
27 Nisan 1920 tarihinde Bolşevik istilâya maruz kalan millî Azerbaycan hükûmetindeki Türkçü aydınların bazıları yurt dışına gitmiştir. Fakat bir o kadarı da Azerbaycan’da kalmaya devam etmiştir. Üzeyir Bey de o isimlerden birisi olmuştur. Bolşevik rejimi dâhilinde kendisiyle yakın olan bazı isimlerce olağanüstü yeteneğinden dolayı müdafaa edilmek istenen Üzeyir Hacıbeyli’nin, 9 Temmuz 1920 tarihinde Sovyet Azerbaycan Eğitim Komiserliği Koleji’nde müzik bölümünün başına atadığını belge ile bildirmiş idi.[22] Bunu bir diğer yandan Sovyetlerin Üzeyir Bey kadar yetenekli bestekârları olmaması ve kendisinden Sovyetleri ve Sovyet musikîsinin çıkarı uğruna atılan bir hamle olarak da yorumlanabilir.
Millî cumhuriyet yıllarının ardından Sovyet rejiminde sağ kalan Türkçülere yönelik saldırılar daha ilk yıllarından itibaren başlamıştır. Üzeyir Bey’e de saldırılar onun eserleri üzerinden sert ve asılsız eleştiriler ile olmuştur. Kommunist gazetesinin 12 Eylül 1920 tarihli nüshasında “Mees” imzalı bir eleştiri yazısında “Leyli ve Mecnun” gibi oyunların Azerbaycan operasınının ilerleyişine engel olduğunu ifade etmektedir: “Şura hükûmetinin eğitim komiserliğinin, yıllardır durgun olan Türk manzarasının birçok eksiklikten temizlemesi konusunda rica ediyoruz.”[23]
Üzeyir Hacıbeyli’nin 1937 yılında bestelediği bu opera eserinin yazarı ise, aslen Azerbaycan’ın Nahçıvan, Ordubad bölgesinden olan yazar Mehmet Said Ordubadi’dir (24 Mart 1872-1 Mayıs 1950). Sözlerde dikkat çeken bir husus yer almaktadır; Bolşevik baskısı altında yaşayan muhalif ve Türkçü aydınlar, genel olarak İran “Şah’ı” veya “Han’ı”, eski çarlık döneminin “Çar’ı” adına eleştiriler kaleme alırken özünde genel olarak Bolşevik Moskova’sını hedef almaktaydılar. Köroğlu eserinde ise:
“Kırbaçtır besleyen bu raiyyeti,
Kırbaçsız yaşamaz hanın devleti.
Zulme alışanlar sevmez merhamet,
Zulümsüz yaşamaz bizim memleket!”
ifadesi 1918-1920 yılında yaşanan hür ve millî bir Azerbaycan hükûmetinin ardından baskılarla istilâ altında tutulan Azerbaycan’ın ve Moskova’nın Bolşevik yönetimine eleştiri olarak değerlendirilebilir.
1920’li yıllarda Türk kültür ve sanatına farklı milletlerden olanların dâhil edilmesi ve böylelikle zaman zarfında millî benliklerinden uzaklaştırılması adına adımlar atılmak istenmiştir. Bunun örneklerinden birisi 1920-1930’lu yıllarda Rus bestekâr olan Gliyer Reynhold Mortiseviç’in (1875-1956), birkaç eseri öne çıkartılarak Üzeyir Hacıbeyli isminin gölgede bırakılması çalışıldığı ifade edilmektedir. Bu durumu bir değerlendirme yazısı olarak ele alan Müslüm Magomayev, Gori Seminaryası sırasında tanışıp yakın arkadaşlık kuran Üzeyir Bey’i desteklemiştir. Müslüm Bey, Bakınskiy Raboçiy gazetesindeki: “Türk Operası Hakkında” başlıklı yazısında: “Azerbaycan türkülerinin öğrenilmesi konusunda Gliyer ve Karagiçev’in şimdi yaptığını Hacıbeyli on beş yıl önce yaptı. Bu nedenle Gliyer ve Karagiçev’in dokuz şarkısı bize örnek olamaz”[24] sözlerini yazmıştır.
Üzeyir Bey’in 18 Eylül 1885 yılında Şuşa’da başlayan hayat yolculuğu 23 Kasım 1948 tarihinde son bulmuştur. 63 yıllık ömrüne nice büyük başarılar sığdıran Üzeyir Hacıbeyli, Profösor (1940), Azerbaycan Devlet Konservaturası’nın Rektörü ve Azerbaycan İlimler Akademisi’nin Akademiki (1945) gibi önemli konumlarda da bulunmuştur. Sadece Azerbaycan, Kafkasya ve Sovyet opera tarihinde değil, dünya opera tarihinde yerini almıştır. Yaptığı işler ile hem Türk dünyası hem de Doğu operasının kurucusu olarak anılan Üzeyir Bey’in ruhu, ortaya koyduğu olağanüstü eserleri ile hâlâ da başta Azerbaycan olmak üzere Türk dünyasının musikî ve Türklük ruhunda yaşamaya devam etmektedir.
Azerbaycan’daki Türklük bilinci, Türk dünyası üzerinde geçmişten geleceğe her zaman yön verecek bir kuvvette olmuş ve millî bir ışık tutmaya devam etmiştir. Bunun bir örneği olarak ise dâhi bestekâr, Türkçü aydın Üzeyir Hacıbeyli, yazıları ve eserleriyle görülmektedir.
Türkçü düşüncenin yanı sıra Azerbaycan’ın merkezde olduğu bir diğer konu ise; sanat, kültür ve esasen de musikî olmuştur. Nitekim bu eşsiz zenginliklere sahip Azerbaycan Türklüğü için birçok güzel ifadeler de sarf edilmiştir. Bunlardan yola çıkarak; eğer dünya bir opera sahnesi olsa Türk dünyası da onun orkestrası olacaktır. Azerbaycan ise şüphesiz bu orkestranın şefi olarak yerini alacaktır
* Siyasî Tarihçi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi. [email protected]
[1] Üzeyir Hacıbeyli, Seçilmiş Eserleri, Cild: 1, Şark-Garp Neşriyyat, Bakü 2005, s. 5.
[2] Gulam Memmedli, Üzeyir Hacıbeyli: 1895-1948 – Hayatı ve Yaradıcılık Salnamesi, B. Yazıçı, 1984, s. 7.
[3] Ali Asker, Azerbaycan’da Modernleşme ve Sosyo-Politik Dönüşüm Sürecinde Bir Aydın Profili: Üzeyir Bey Hacıbeyli (1885-1948), Karabük Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Karabük 2022, s. 56.
[4] Vaqif Sultanlı, “Azerbaycan’ın Muhacir Yazarı Ceyhun Hacibeyli’nin Edebî Şahsiyeti”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, Cilt: 18, Sayı: 2, 2018, s. 456.
[5] Üzeyir, “Haberdarlık”, Terakki, Sayı: 182, 14 Ağustos 1909, s. 2.
[6] Aynı yer.
[7] Üzeyir, “Dil”, Hakikat, Sayı: 24 Ocak 1910, s. 1-2.
[8] Rampa i Jizn, No: 38(51), 20 Oktyabr 1909, s. 835.
[9] Hacıbeyli Üzeyir, “Rus İnkılâb-ı Kebiri”, Azerbaycan, 12 Mart 1919, Sayı: 135, s. 1.
[10] Aynı yer.
[11] Hacıbeyli Üzeyir, “Bir Yaş”, Azerbaycan, 28 Mayıs 1919, Sayı: 190, s. 4.
[12] Hacıbeyli Üzeyir, “Millîleşmek”, Azerbaycan, Sayı: 278, 21 Eylül 1919, s. 1.
[13] Hacıbeyli Üzeyir, “31 Mart”, Azerbaycan, Sayı: 147. 31 Mart 1919, s. 2.
[14] Aynı yer.
[15] Üzeyir, “Millî Marş”, Açık Söz, Sayı: 625, 22 Aralık 1917.
[16] Azerbaycan, Sayı: 150, 4 Nisan 1919, s. 1.
[17] Azerbaycan, Sayı: 246, 14 Kasım 1919, s. 1.
[18] Etem Üngör, Türk Marşları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1965, s. 194
[19] Yagub Mahmudov, Azerbaycan Respublikasının Dövlet Remzleri, Nurlan Neşriyyat, Bakı 2008, s. 24, 29.
[20] 27 Mayıs 1992 tarihli Azerbaycan Cumhuriyeti Millî Meclisi’nin 142 Nu’lu Kararı.
[21] Bekir Nabiyev, Üzeyir Hacıbeyli’nin Ömürnamesi (Fraqmentler), Şark-Garp Neşriyyatı, Bakü 2012, s. 8-9.
[22] Kerim Tahirov (ed.), Üzeyir Hacıbeyli: Ömür Salnamesi (1885-1948), Şark-Garp Neşriyyatı, Bakü 2008, s. 138.
[23] Kommunist, Sayı: 49, 12 Eylül 1920.
[24] M. Magomaev, “O Tyurskoy Opere”, Bakınskiy Rabochiy, No: 244(1266), 27 Oktyabr 1924, s. 7.